Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hep Daha Yükseğe Çıkıp Daha Yüksekten Düşüp

  Beşiktaş sokaklarında amaçsızca dolaşan bir rüzgar.. Köşe başlarını dönerken omuzları duvarları aşındırıyor. Sonbaharın kaldırım taşlarına adadığı kuru yapraklar hareket halinde.. Bu anlamsız esinti gözü kör olasıca sokak lambalarını sallarken rüzgarın yüzü belli belirsiz. Rüzgar, belli bir hıza ulaşana kadar sokakları sabaha kadar dönmeye kararlı.. Dönüp durdukça, daha da önemlisi kendini sağa sola savurdukça yaşanılanları unutacağına dair içgüdüsel bir inanışa sahip.  Zincirlenmiş bir kuyunun içinde İstanbul şehri, şehrin içinde ferahlatmayan bir esinti..   Karanlığın ağır bastığı saatlerde insanlar yorgun düşüp kendilerini evlerine kapatır. Rüzgar tam o anda kendini gösterir ve çıplak elleriyle binalara tırmanıp gökyüzüne ulaşmaya yeltenir. Aç bir halde uyuklayan martılar başlarını kanatlarının altından çıkartıp olan bitene odaklanırlar. Rüzgar, bulutlardan sıyrılıp en yükseğe ulaşmak istemektedir.  Ona göre özgürlük, keşfedilmemiş bir kara parçasından çok daha ötesi, yeni hayatla

Bir Dilim Üzümlü Kek

  Vişne çürüğü renklerinin hakim olduğu salonumda bulunan haki renkteki koltuğuma çökmüş düşünür bir haldeyim. Yediğim akşam yemeğinin ardından mutfağa taşınan yemek artıklarıyla dolu tabakların belirsiz bekleyişi kafamda canlanıyor. Derinlere indikçe varolan ne varsa bulundukları ortamda ne hissettiklerine kafa yoruyorum. Kış aylarının dengesiz rüzgarları ardı ardına esiyor ve sırf bu yüzden güneşten nefret etmeme rağmen yaz aylarını körü körüne arzuluyor gibiyim..   Gökyüzünün bana her gün gösterdiği gri bulutlarla dolu depresif görsellerin altında bahçemdeki donuk yeşil çimlere odaklanmaya çalışıyorum. Hatta uykusuz geçen bir gecenin ardından her açtığımda ruhuma işlemiş belirsizlikle tekrar çekip kapattığım perdenin çıkarttığı saçma sesler.. Belirsizliğin beni düşüncelerle dolu bir girdaba sürüklediğini bilmek beni kurtarmıyor.  Sürekli bir yerden başka bir yere sürüklediğim hayatımı kontrol altına aldığımı düşünürken yanılmış olmalıyım. Bu yaşadığım kaçıncı şehir.. Neden bir günün

Kalbimdeki Mıknatıs

  Hayatımdaki tüm mesele mesafeydi. Kalbimdeki mıknatıs çevremdeki insanları ne tam olarak itiyor, ne de bana yapıştırıyordu. Olması gereken mesafe denilen bir şey vardı. Bu sanki içgüdüsel bir durumdu. Üstelik bu güçle doğduğuma emindim. Çocukken misafir adı altında sevmediğim kişilerin gelip saçımı okşanmasından nefret ederdim. Bazılarına göre güven meselesi, bazı kişilerce yabanilik, bir çoğuna göre ise insanın özel hayatı.. Anlayacağınız, mesafeli bir çocuktum.  Kim bilir, belki de dünya dönüp duruyor ve biz birbirimize çarpmadan bir şekilde yaşamaya devam ediyorduk. Elbette mesafenin geçerli olmadığı yerler de vardı. Aşk.. Kilitli kapılarımızın açıldığı, şarap kadehlerinin kenarından akan ve şehvetle bütünleşen karşı konulamaz.. İşte o büyülü anlarda araya kesinlikle mesafe girmemeli..  Özlemek denilen şeyin mesafeden kaynaklandığı da bir gerçek.. Gün içinde bir fincan kahve, beynimizden çıkartamadığımız bir müzik grubunun o tarifsiz gitar solosu, ya da makarnamıza dökülen leziz b

Sana Minnettarım

 Bir gün önce sıradan bir çocuktum. Hey, bana inan ve yüzümdeki kırışıklık seni yanıltmasın. Yaşam ve ölüm... Herkesin mutlaka söyleyecek bir sözü vardır. Bundan yaklaşık otuz yıl kadar öncesini biliyorum. O zaman ki müzikleri, filmleri senden önce izledim. En önemlisi de senden önce çocuktum. Ve inan bana dostum her sene doğum gününde sana biraz daha büyümüş numarası yapıp dururlar. Çünkü kendileri lanet olası dünyadan gitmek için bavullarını hazırlamaya başlamışlardır. Pazar gününü Pazartesi gününe bağlayan bir gecede tüm yalnızlığınla yarışa hazırsındır. Önünü açarlar. Büyümek istersin, saygı görmek, kurallarını kendinin koyacağı bir dünyada bir pire gibi yükseklere zıplamak.  Bir yıl önce kendimi kaybettim. Sana bunu içtenlikle söylüyorum. Yalnızlık rüzgarında ne kadar çalı çırpı varsa hepsine takıldım, tutunmaya çalıştım fakat savruldum. Çok ağladığım ise söylenemez. Hissettiklerimin önünde kalın damarlarım oluşmuş, derinlerde bir yerlerde, duymadığım kalbimin içinde belli ki... Y

Kod Adı: Beyaz Güvercin

Özgürlük için bayraklar boyandı, hayaller ayrı bir renge büründü. Hepimizin sınırları ve farklı miktarlarda yeşil yeşil paraları vardı. Eşitlikten bahsedenler paraları masaya vurdu. Barış için savaşmak, acı çekip yoruldukça barış imzalayıp, yeniden savaşmak için bahane bulunmuştu. Peki, aslında özgürlük paylaşmayı bilmek miydi? Paylaşamazsak özgür kalamaz mıydık? O gökyüzüne bırakılan kuşlar paylaşmazlar mıydı?  Köpüklü kıyılarda askerlerin bot izleri! Miğferlerin kenarlarına tutturulmuş papatyalar.. Çamurlu yüzlerde öfke ve pişmanlık izleri. Savaşı başlatanın kimliği ise siyah bir kapının arkasında gizli. Bir çocuk daha yetiştir. Bulutları ve kuşları sevmesine hiç gerek yok, özgür bir dünya için ne varsa yok etsin. Hey, senin için özgürlük nedir? Söküp alınmalı mı, elinden almak isteyenle savaşmak mı, yoksa içinde bununla ilgili hissettiğin tek bir şey bile yok mu… Gazeteler, televizyonlar, filmler, kitaplar, demir parmaklıkları olan hapishaneler… Hangisi gerçeği anlatır, hangisi send

Simsiyah Bir Başak

Henüz akşam üstünün maviliği Kadıköy’ deki binalardan sokaklara doğru kayarken kırmızı ışıkların hakim olduğu kasvetli bir kafenin kapısından içeriye giriyorum. Etraf küçük vazolarla dekore edilmiş, içlerinde kirli altın, siyah ve kırmızı başaklar duruyor. En sol vazoda duran siyah başağın boynu hafif arkaya doğru kalkık, gözlerini bana dikmiş gibi.. Evet, gözleri olan bir başaktan söz ediyorum.  Sağa sola açılan tohumları parlak saçlardan oluşuyor. Siyah ve yansıyan kırmızı ışığın karışımı o kadar güzel ki.. Kahvemi yudumlarken gözlerimizi birbirimizden ayırmıyoruz. Kafenin küçük radyosunda birden Nick Cave, ‘Into my arms’ çalmaya başlıyor. Yerimden doğrulup vazoyu elime alıyorum. Etraftaki bazı gözler bizim üzerimizde..  Vazoyu hafifçe masama koyuyorum. Kırmızı ve siyah ortak yönlerimiz.. Dikkatli baktıkça yüzü daha belirginleşiyor. Dudaklarının arasındaki ince siyah çizgi hiç bozulmayacak, konuşmamız gerekmeyecekmiş gibi.. Kahvenin yoğun tadı, Nick Cave, siyah bir başak ve karanlık

Adamın Birinden Büyümeye Çalışan Çocuğa Mektup

Çocuk! Biz küçükken anlaşılmadığımızı söyleyip, büyüyünce seni anlayamadığımız.. Yapamadıklarımızı içimize atıp, büyütürken sırtına beceremediğimiz ne varsa yüklediğimiz çocuk.. Sırtlama çocuk! Taşıma, örtme, görmezden gelme, at yere, bırak dökülsün tüm saçmalıklarımız. Bizler daha kim olduğumuzu bilmeden sana kişilik dersi vermeye çalışan kimliksizleriz. Evet, senin için çevremizdekilere benim çocuğum diye böbürlenip, kapalı kapılar ardında azarladığımız çocuk.. Hey çocuk! Peki, sen bu olan bitenlerden sonra dünyaya ne kadar anlam verebildin? Sen ağlayınca ‘Sus!’, sen gülünce ‘Şımarma!’ dediğimizde hayat sana ne kadar mantıklı geldi? Biz sarılmayı ne kadar becerdik ki, senden bunu istedik.. Kendimize ne kadar saygımız var da, senden saygı bekleyip homurdandık.. Şimdi hatırlıyorum da, ben küçükken ilgisizliğe karşı tepki olarak yaramazlık yapardım. Seni yetiştirmek adı altında dış dünyadan koruduğunu sanıp eve kapattık, fakat sana hayatı anlatma kısmını umursamadık. Bak çocuğum, senin

Mutluluk Denen Şey

Hey sen! Sana o kadar tahammül edemiyorum ki, anlattıklarını daha fazla dinlememek için kendimi daha gariban hissettiğim kaldırım taşlarıyla çevrili sokaklara atıyorum. Tahammülsüzlüğümün nedeni senin mutlu olman, benim ise öylesine bir mutsuz.. Üstelik dişinin arasına sıkışmış geceden kalma bir mutluluk parçası görüyorum. Parlıyor, gözümü alıyor, bana iki saniye içinde hayaller kurduruyor. Kendi yakamı çekiştirip, şanssızlığa lanet okuyup, uzaklaşmak istiyorum. Ne haldeyim görüyorsun. Sendeki bu rahat tavırlar beni sinir ediyor. Nedir bunun adı.. Mutluluk sakinliği mi.. Kendine bir içki doldurup gözlerin kısık bir şekilde, 'hiç değişmeyeceksin, değil mi?' diyorsun. Oysa ki mutlu olmak için neler yapmadım ki.. Kendimi olduğumdan daha farklı göstermek için yaptığım tüm numaralar beni bataklıkta koşan bir soytarı durumuna düşürdü. Evet, ulaşamayacağım bir çok kadının çantasına tutunup savrulduğum doğru, daha da kötüsü takım elbise kiralayıp karşılarına çıktığımda beni garson zann

Çok Net Hatırlıyorum

Sevgi... Gençken içimizde kıpırdanan, fakat bir türlü ayrıntısını bilmediğimiz bir his... Bunun kafamda netleştiğine emin olduğum zaman yirmi bir yaşındaydım. 1800’ lerde yazılmış bir romanda anlatıldığını çok net hatırlıyorum. O kadar yoğun ve ayrıntılıydı ki, kalbimin tam ortasına kaynar su dökülmüş gibi kendimi geriye doğru çekip ellerimle sıkıca göğsüme bastırmıştım. Nedensiz kendini iyi hissetmek beni şaşırtmıştı. Belki de böyle güzel bir hissi, hemen yaşama isteğiyle dolup taşmıştım. İstanbul gibi bir şehirde kendimi bunca zaman yalnız hissedişim, Kadıköy vapurunda uzun uzun denize bakıp müzik dinleyişim... Hayatın tatsızlığıyla yutkunurken, bu sevgi denen histen haberim yokmuş. Romanın sonu kötü bitmesine rağmen, sevginin o merak uyandıran yüzü aklımdan çıkmıyor. Bir insanı sevmek ve hatta onu ondan bile fazla düşünmek... Kendini görmekten alamadığın bir kabus gibi.. Peki, ben ne kadar sevmiştim? Yüzbinlerce kişinin içerisinde, biriyle göz göze geldiğinde bunu nasıl anlayabiliyo

Kadın

Sabahın erken saatleri.. Evin kapısı sertçe çarpıyor. Gecenin mavisinin gri renge dönüştüğü o tipik anlar.. Çöp arabaları geceden kalanlarla dolu bir halde uzaklaşıyor. Aynada genç bir kadının yüzü.. Biraz sessizlik. Eli makyaj çantasına uzanıyor.   Yüzündeki yaşanmışlığı unutmak istercesine göz kalemini dikkatle kullanıyor. Saçlarını darmadağın olmuş hislerine inat tarayıp topluyor. Gardırobunda yaşamın tüm renkleri var. Seçiyor, özenle ütülüyor. Hepsinin etiketinde aynı yazı, ‘Namus’.   Evden çıktığında dik ve kendinden emin bir şekilde işe doğru yürüyor. Bu kadını izleyen yüzlerce göz.. Bazı adamların ise ağzı çamurlu.. Ellerinde filelerle alışverişe giden teyzeler ona bakıp fısıldaşıyor. Aldırış etmemeli.   Vapurda karşısında oturan bir başka kadının çocuğu ona yaklaşıp gülümsüyor. İçi bir anda ısınıp onu kucağına alıyor. Yüzündeki gülümseme tüm olanlara rağmen içten ve samimi..   Vapurdan indiğinde kendini daha iyi hissediyor. Kendisinin dünyaya bir çocuk getirebilecek güce sahip