Ana içeriğe atla

Mutluluk Denen Şey

Hey sen! Sana o kadar tahammül edemiyorum ki, anlattıklarını daha fazla dinlememek için kendimi daha gariban hissettiğim kaldırım taşlarıyla çevrili sokaklara atıyorum. Tahammülsüzlüğümün nedeni senin mutlu olman, benim ise öylesine bir mutsuz.. Üstelik dişinin arasına sıkışmış geceden kalma bir mutluluk parçası görüyorum. Parlıyor, gözümü alıyor, bana iki saniye içinde hayaller kurduruyor. Kendi yakamı çekiştirip, şanssızlığa lanet okuyup, uzaklaşmak istiyorum.

Ne haldeyim görüyorsun. Sendeki bu rahat tavırlar beni sinir ediyor. Nedir bunun adı.. Mutluluk sakinliği mi.. Kendine bir içki doldurup gözlerin kısık bir şekilde, 'hiç değişmeyeceksin, değil mi?' diyorsun. Oysa ki mutlu olmak için neler yapmadım ki.. Kendimi olduğumdan daha farklı göstermek için yaptığım tüm numaralar beni bataklıkta koşan bir soytarı durumuna düşürdü. Evet, ulaşamayacağım bir çok kadının çantasına tutunup savrulduğum doğru, daha da kötüsü takım elbise kiralayıp karşılarına çıktığımda beni garson zannedip hesap istemeleri..

Ah, neyin hesabı bu.. Mutlu olmak için daha ne kadar bedel ödemem gerekiyor.. Hey dostum! Biliyorum sana da fazla miktarda borcum var biliyorum. Karşında o kadar utanıyorum ki, yüzüne bakamadığımdan kendimi kumar makinelerinde avutuyorum. Anla beni, mutluluk o yeşil kağıt parçalarında.. Cebinde ne kadar fazla varsa, yüzün o kadar gülüyor. Kendimi belki bu şekilde insanlara sevdirebilirim.

Kendine ikinci içkiyi koyup, pencereden uzaklara bakar halde, 'zengin bir adamım, ama düşündüğün gibi mutlu biri değilim' diyorsun. Hadi ordan, ne yaparsan yap ama bana yalan söyleme. Oysa ki, mutlu olman için nelerin yok ki.. Hangi partiye gitsen gözler senin üzerinde, insanlar senin yanına gelip gülümsüyor, gözlerinin içine bakıyorlar. Şimdi bana bunların hepsinin önemsiz olduğunu, aslında mutsuz olduğunu mu söylüyorsun.. Sen de mutlu değilsen o zaman mutlu olan kim? Hepsi palavra! Yoksa beni kendince avutmaya mı çalışıyorsun?

Şimdi kapını sertçe vurup çıkacağım. Yanlış anlama, mutsuzluk bana kendimi kaybettiriyor. Burada kalıp eşinin dostunun yanında dert yanmak isterdim, fakat dökecek göz yaşım kalmadığı için kimseyi inandıramaz hale geldim. Bir kadeh daha içki (o koca şişeyi ne ara bitirdiysen) koyamıyorsun. Dönüp bana, 'söylediklerim gerçek!' diyorsun. İyice sinirleniyorum. Ellerimi sıkıyorum, yüzümde belli belirsiz bir tik.. Mutluluk denen şey gerçek değil mi yani?


Lento Dergisinde Yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mesafeler

  Mesafeler.. Aynı şarkıyı dinlesek bile bizi uzaklaştıran. Karşı kaldırımdan yürüyen iki yabancı rolü yapıp duruyoruz ve esen rüzgarın tek görevi buymuşçasına, sevgiye dair ne varsa savurup yüzümüze geri vuruyor.. Bu durumu tek kelime bile etmeden kabullenmişiz. Sen, ertesi gün hayatına geri dönmüşsün, ben de arada şairmişçesine defterleri karalamışım. Kağıtlar buruşturulmuş, mendillerimiz göz altlarımızı aşındırmış.   Mesafeler açılmış.. Yalnız kaldıkça güçlenmek başlarda hoşuma gitse bile aslında kalp atışlarımı yavaşlatmış, tebessümü çekmeceme kaldırmışım. Keyifsiz haller içindeyim. Kapı çaldığında heyecanım yok. Koltuğuma gömülmüş, hayatımı sıradanlaştırmışım. Hem aramızda bu kadar mesafe varken gelemezsin.  Mesafeler, maaleseflere dönüşmüş.. Kadıköy vapurunda devam eden izin günümde, vapur iskeleye yanaşırken sıkışan dalgalar birden köpürür ve vapuru geri itmeye çalışır. İşte o an bilirim ki, aynı semtteyiz. Seni çok özlesem bile maalesef bunu dile getiremem. Mesafeler, can sıkar

Hep Daha Yükseğe Çıkıp Daha Yüksekten Düşüp

  Beşiktaş sokaklarında amaçsızca dolaşan bir rüzgar.. Köşe başlarını dönerken omuzları duvarları aşındırıyor. Sonbaharın kaldırım taşlarına adadığı kuru yapraklar hareket halinde.. Bu anlamsız esinti gözü kör olasıca sokak lambalarını sallarken rüzgarın yüzü belli belirsiz. Rüzgar, belli bir hıza ulaşana kadar sokakları sabaha kadar dönmeye kararlı.. Dönüp durdukça, daha da önemlisi kendini sağa sola savurdukça yaşanılanları unutacağına dair içgüdüsel bir inanışa sahip.  Zincirlenmiş bir kuyunun içinde İstanbul şehri, şehrin içinde ferahlatmayan bir esinti..   Karanlığın ağır bastığı saatlerde insanlar yorgun düşüp kendilerini evlerine kapatır. Rüzgar tam o anda kendini gösterir ve çıplak elleriyle binalara tırmanıp gökyüzüne ulaşmaya yeltenir. Aç bir halde uyuklayan martılar başlarını kanatlarının altından çıkartıp olan bitene odaklanırlar. Rüzgar, bulutlardan sıyrılıp en yükseğe ulaşmak istemektedir.  Ona göre özgürlük, keşfedilmemiş bir kara parçasından çok daha ötesi, yeni hayatla

Kalbimdeki Mıknatıs

  Hayatımdaki tüm mesele mesafeydi. Kalbimdeki mıknatıs çevremdeki insanları ne tam olarak itiyor, ne de bana yapıştırıyordu. Olması gereken mesafe denilen bir şey vardı. Bu sanki içgüdüsel bir durumdu. Üstelik bu güçle doğduğuma emindim. Çocukken misafir adı altında sevmediğim kişilerin gelip saçımı okşanmasından nefret ederdim. Bazılarına göre güven meselesi, bazı kişilerce yabanilik, bir çoğuna göre ise insanın özel hayatı.. Anlayacağınız, mesafeli bir çocuktum.  Kim bilir, belki de dünya dönüp duruyor ve biz birbirimize çarpmadan bir şekilde yaşamaya devam ediyorduk. Elbette mesafenin geçerli olmadığı yerler de vardı. Aşk.. Kilitli kapılarımızın açıldığı, şarap kadehlerinin kenarından akan ve şehvetle bütünleşen karşı konulamaz.. İşte o büyülü anlarda araya kesinlikle mesafe girmemeli..  Özlemek denilen şeyin mesafeden kaynaklandığı da bir gerçek.. Gün içinde bir fincan kahve, beynimizden çıkartamadığımız bir müzik grubunun o tarifsiz gitar solosu, ya da makarnamıza dökülen leziz b