Ana içeriğe atla

Kod Adı: Beyaz Güvercin

Özgürlük için bayraklar boyandı, hayaller ayrı bir renge büründü. Hepimizin sınırları ve farklı miktarlarda yeşil yeşil paraları vardı. Eşitlikten bahsedenler paraları masaya vurdu. Barış için savaşmak, acı çekip yoruldukça barış imzalayıp, yeniden savaşmak için bahane bulunmuştu. Peki, aslında özgürlük paylaşmayı bilmek miydi? Paylaşamazsak özgür kalamaz mıydık? O gökyüzüne bırakılan kuşlar paylaşmazlar mıydı? 

Köpüklü kıyılarda askerlerin bot izleri! Miğferlerin kenarlarına tutturulmuş papatyalar.. Çamurlu yüzlerde öfke ve pişmanlık izleri. Savaşı başlatanın kimliği ise siyah bir kapının arkasında gizli. Bir çocuk daha yetiştir. Bulutları ve kuşları sevmesine hiç gerek yok, özgür bir dünya için ne varsa yok etsin. Hey, senin için özgürlük nedir? Söküp alınmalı mı, elinden almak isteyenle savaşmak mı, yoksa içinde bununla ilgili hissettiğin tek bir şey bile yok mu… Gazeteler, televizyonlar, filmler, kitaplar, demir parmaklıkları olan hapishaneler… Hangisi gerçeği anlatır, hangisi senden bir parça barındırır, hangisi özgürlüğü tanımlar? 

Bayraklar indirilir, başka bayraklar yükselir. Çocuklar büyür, ceplerinde sevdiklerinin fotoğraflarıyla siper alırlar. Siperlerde kan kokusu! Özgürlük, içinde ölüm mü barındırır? Söyle bana, sen özgürlüğün hangi tarafındasın? Beyaz güvercin süzülür. Onlarca insan umut dolu gözlerle, tebessüm ederek kuşu takip eder. Özgürlük özlemdir…  

Lento Dergisinde yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mesafeler

  Mesafeler.. Aynı şarkıyı dinlesek bile bizi uzaklaştıran. Karşı kaldırımdan yürüyen iki yabancı rolü yapıp duruyoruz ve esen rüzgarın tek görevi buymuşçasına, sevgiye dair ne varsa savurup yüzümüze geri vuruyor.. Bu durumu tek kelime bile etmeden kabullenmişiz. Sen, ertesi gün hayatına geri dönmüşsün, ben de arada şairmişçesine defterleri karalamışım. Kağıtlar buruşturulmuş, mendillerimiz göz altlarımızı aşındırmış.   Mesafeler açılmış.. Yalnız kaldıkça güçlenmek başlarda hoşuma gitse bile aslında kalp atışlarımı yavaşlatmış, tebessümü çekmeceme kaldırmışım. Keyifsiz haller içindeyim. Kapı çaldığında heyecanım yok. Koltuğuma gömülmüş, hayatımı sıradanlaştırmışım. Hem aramızda bu kadar mesafe varken gelemezsin.  Mesafeler, maaleseflere dönüşmüş.. Kadıköy vapurunda devam eden izin günümde, vapur iskeleye yanaşırken sıkışan dalgalar birden köpürür ve vapuru geri itmeye çalışır. İşte o an bilirim ki, aynı semtteyiz. Seni çok özlesem bile maalesef bunu dile getiremem. Mesafeler, can sıkar

Hep Daha Yükseğe Çıkıp Daha Yüksekten Düşüp

  Beşiktaş sokaklarında amaçsızca dolaşan bir rüzgar.. Köşe başlarını dönerken omuzları duvarları aşındırıyor. Sonbaharın kaldırım taşlarına adadığı kuru yapraklar hareket halinde.. Bu anlamsız esinti gözü kör olasıca sokak lambalarını sallarken rüzgarın yüzü belli belirsiz. Rüzgar, belli bir hıza ulaşana kadar sokakları sabaha kadar dönmeye kararlı.. Dönüp durdukça, daha da önemlisi kendini sağa sola savurdukça yaşanılanları unutacağına dair içgüdüsel bir inanışa sahip.  Zincirlenmiş bir kuyunun içinde İstanbul şehri, şehrin içinde ferahlatmayan bir esinti..   Karanlığın ağır bastığı saatlerde insanlar yorgun düşüp kendilerini evlerine kapatır. Rüzgar tam o anda kendini gösterir ve çıplak elleriyle binalara tırmanıp gökyüzüne ulaşmaya yeltenir. Aç bir halde uyuklayan martılar başlarını kanatlarının altından çıkartıp olan bitene odaklanırlar. Rüzgar, bulutlardan sıyrılıp en yükseğe ulaşmak istemektedir.  Ona göre özgürlük, keşfedilmemiş bir kara parçasından çok daha ötesi, yeni hayatla

Kalbimdeki Mıknatıs

  Hayatımdaki tüm mesele mesafeydi. Kalbimdeki mıknatıs çevremdeki insanları ne tam olarak itiyor, ne de bana yapıştırıyordu. Olması gereken mesafe denilen bir şey vardı. Bu sanki içgüdüsel bir durumdu. Üstelik bu güçle doğduğuma emindim. Çocukken misafir adı altında sevmediğim kişilerin gelip saçımı okşanmasından nefret ederdim. Bazılarına göre güven meselesi, bazı kişilerce yabanilik, bir çoğuna göre ise insanın özel hayatı.. Anlayacağınız, mesafeli bir çocuktum.  Kim bilir, belki de dünya dönüp duruyor ve biz birbirimize çarpmadan bir şekilde yaşamaya devam ediyorduk. Elbette mesafenin geçerli olmadığı yerler de vardı. Aşk.. Kilitli kapılarımızın açıldığı, şarap kadehlerinin kenarından akan ve şehvetle bütünleşen karşı konulamaz.. İşte o büyülü anlarda araya kesinlikle mesafe girmemeli..  Özlemek denilen şeyin mesafeden kaynaklandığı da bir gerçek.. Gün içinde bir fincan kahve, beynimizden çıkartamadığımız bir müzik grubunun o tarifsiz gitar solosu, ya da makarnamıza dökülen leziz b