Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mesafeler

  Mesafeler.. Aynı şarkıyı dinlesek bile bizi uzaklaştıran. Karşı kaldırımdan yürüyen iki yabancı rolü yapıp duruyoruz ve esen rüzgarın tek görevi buymuşçasına, sevgiye dair ne varsa savurup yüzümüze geri vuruyor.. Bu durumu tek kelime bile etmeden kabullenmişiz. Sen, ertesi gün hayatına geri dönmüşsün, ben de arada şairmişçesine defterleri karalamışım. Kağıtlar buruşturulmuş, mendillerimiz göz altlarımızı aşındırmış.   Mesafeler açılmış.. Yalnız kaldıkça güçlenmek başlarda hoşuma gitse bile aslında kalp atışlarımı yavaşlatmış, tebessümü çekmeceme kaldırmışım. Keyifsiz haller içindeyim. Kapı çaldığında heyecanım yok. Koltuğuma gömülmüş, hayatımı sıradanlaştırmışım. Hem aramızda bu kadar mesafe varken gelemezsin.  Mesafeler, maaleseflere dönüşmüş.. Kadıköy vapurunda devam eden izin günümde, vapur iskeleye yanaşırken sıkışan dalgalar birden köpürür ve vapuru geri itmeye çalışır. İşte o an bilirim ki, aynı semtteyiz. Seni çok özlesem bile maalesef bunu dile getiremem. Mesafeler, can sıkar
En son yayınlar

Pislik Üzerine Detaylar

  Pisliği size anlatabilmem için bana öncelikle bir şehir gerekli. Öyle bir şehir ki, taş yığınının ötesinde paçalarından pislik akan insanların yaşadığı önemsiz sınırlarla çevrili olsun. Çocuklarına parkta üstünü kirlettiği için kızan çamur suratlı ana/baba müsveddeleri eksik olmasın. Sabah olunca kağıt parçaları kazanmak için metro adında solucanlarla bok tünellerinde ilerleyelim. Etraf o kadar çöple dolsun ki, bu pisliği temizlemek için onlarca kamyon sürekli hareket halinde olsun. Uymayacağımız kurallar koyulsun, tabelalar kırılsın, bastığımız yerler tükürükle ıslansın.   Ahhh.. bu pislik içerisinde yine de kalbimiz sevgi istesin, güzel hayaller için yeşil doğa resmedelim. Aykırı olan gençler savunuyorum dediği şeyin daha ne bok olduğu hakkında bir fikri bile olmasın. Üremeyi erkeklik böbürlenmesine çevirip, koltuk altları kokan kas kafalı beyinsizlerin sayısı günde elli kişi artsın. Üstüne yemek döktü diye kızdığımız çocuğumuza inat etrafı kana bulamak hakkımız olsun. Şehir mi pis

Hep Daha Yükseğe Çıkıp Daha Yüksekten Düşüp

  Beşiktaş sokaklarında amaçsızca dolaşan bir rüzgar.. Köşe başlarını dönerken omuzları duvarları aşındırıyor. Sonbaharın kaldırım taşlarına adadığı kuru yapraklar hareket halinde.. Bu anlamsız esinti gözü kör olasıca sokak lambalarını sallarken rüzgarın yüzü belli belirsiz. Rüzgar, belli bir hıza ulaşana kadar sokakları sabaha kadar dönmeye kararlı.. Dönüp durdukça, daha da önemlisi kendini sağa sola savurdukça yaşanılanları unutacağına dair içgüdüsel bir inanışa sahip.  Zincirlenmiş bir kuyunun içinde İstanbul şehri, şehrin içinde ferahlatmayan bir esinti..   Karanlığın ağır bastığı saatlerde insanlar yorgun düşüp kendilerini evlerine kapatır. Rüzgar tam o anda kendini gösterir ve çıplak elleriyle binalara tırmanıp gökyüzüne ulaşmaya yeltenir. Aç bir halde uyuklayan martılar başlarını kanatlarının altından çıkartıp olan bitene odaklanırlar. Rüzgar, bulutlardan sıyrılıp en yükseğe ulaşmak istemektedir.  Ona göre özgürlük, keşfedilmemiş bir kara parçasından çok daha ötesi, yeni hayatla

Bir Dilim Üzümlü Kek

  Vişne çürüğü renklerinin hakim olduğu salonumda bulunan haki renkteki koltuğuma çökmüş düşünür bir haldeyim. Yediğim akşam yemeğinin ardından mutfağa taşınan yemek artıklarıyla dolu tabakların belirsiz bekleyişi kafamda canlanıyor. Derinlere indikçe varolan ne varsa bulundukları ortamda ne hissettiklerine kafa yoruyorum. Kış aylarının dengesiz rüzgarları ardı ardına esiyor ve sırf bu yüzden güneşten nefret etmeme rağmen yaz aylarını körü körüne arzuluyor gibiyim..   Gökyüzünün bana her gün gösterdiği gri bulutlarla dolu depresif görsellerin altında bahçemdeki donuk yeşil çimlere odaklanmaya çalışıyorum. Hatta uykusuz geçen bir gecenin ardından her açtığımda ruhuma işlemiş belirsizlikle tekrar çekip kapattığım perdenin çıkarttığı saçma sesler.. Belirsizliğin beni düşüncelerle dolu bir girdaba sürüklediğini bilmek beni kurtarmıyor.  Sürekli bir yerden başka bir yere sürüklediğim hayatımı kontrol altına aldığımı düşünürken yanılmış olmalıyım. Bu yaşadığım kaçıncı şehir.. Neden bir günün

Kalbimdeki Mıknatıs

  Hayatımdaki tüm mesele mesafeydi. Kalbimdeki mıknatıs çevremdeki insanları ne tam olarak itiyor, ne de bana yapıştırıyordu. Olması gereken mesafe denilen bir şey vardı. Bu sanki içgüdüsel bir durumdu. Üstelik bu güçle doğduğuma emindim. Çocukken misafir adı altında sevmediğim kişilerin gelip saçımı okşanmasından nefret ederdim. Bazılarına göre güven meselesi, bazı kişilerce yabanilik, bir çoğuna göre ise insanın özel hayatı.. Anlayacağınız, mesafeli bir çocuktum.  Kim bilir, belki de dünya dönüp duruyor ve biz birbirimize çarpmadan bir şekilde yaşamaya devam ediyorduk. Elbette mesafenin geçerli olmadığı yerler de vardı. Aşk.. Kilitli kapılarımızın açıldığı, şarap kadehlerinin kenarından akan ve şehvetle bütünleşen karşı konulamaz.. İşte o büyülü anlarda araya kesinlikle mesafe girmemeli..  Özlemek denilen şeyin mesafeden kaynaklandığı da bir gerçek.. Gün içinde bir fincan kahve, beynimizden çıkartamadığımız bir müzik grubunun o tarifsiz gitar solosu, ya da makarnamıza dökülen leziz b

Sana Minnettarım

 Bir gün önce sıradan bir çocuktum. Hey, bana inan ve yüzümdeki kırışıklık seni yanıltmasın. Yaşam ve ölüm... Herkesin mutlaka söyleyecek bir sözü vardır. Bundan yaklaşık otuz yıl kadar öncesini biliyorum. O zaman ki müzikleri, filmleri senden önce izledim. En önemlisi de senden önce çocuktum. Ve inan bana dostum her sene doğum gününde sana biraz daha büyümüş numarası yapıp dururlar. Çünkü kendileri lanet olası dünyadan gitmek için bavullarını hazırlamaya başlamışlardır. Pazar gününü Pazartesi gününe bağlayan bir gecede tüm yalnızlığınla yarışa hazırsındır. Önünü açarlar. Büyümek istersin, saygı görmek, kurallarını kendinin koyacağı bir dünyada bir pire gibi yükseklere zıplamak.  Bir yıl önce kendimi kaybettim. Sana bunu içtenlikle söylüyorum. Yalnızlık rüzgarında ne kadar çalı çırpı varsa hepsine takıldım, tutunmaya çalıştım fakat savruldum. Çok ağladığım ise söylenemez. Hissettiklerimin önünde kalın damarlarım oluşmuş, derinlerde bir yerlerde, duymadığım kalbimin içinde belli ki... Y

Kod Adı: Beyaz Güvercin

Özgürlük için bayraklar boyandı, hayaller ayrı bir renge büründü. Hepimizin sınırları ve farklı miktarlarda yeşil yeşil paraları vardı. Eşitlikten bahsedenler paraları masaya vurdu. Barış için savaşmak, acı çekip yoruldukça barış imzalayıp, yeniden savaşmak için bahane bulunmuştu. Peki, aslında özgürlük paylaşmayı bilmek miydi? Paylaşamazsak özgür kalamaz mıydık? O gökyüzüne bırakılan kuşlar paylaşmazlar mıydı?  Köpüklü kıyılarda askerlerin bot izleri! Miğferlerin kenarlarına tutturulmuş papatyalar.. Çamurlu yüzlerde öfke ve pişmanlık izleri. Savaşı başlatanın kimliği ise siyah bir kapının arkasında gizli. Bir çocuk daha yetiştir. Bulutları ve kuşları sevmesine hiç gerek yok, özgür bir dünya için ne varsa yok etsin. Hey, senin için özgürlük nedir? Söküp alınmalı mı, elinden almak isteyenle savaşmak mı, yoksa içinde bununla ilgili hissettiğin tek bir şey bile yok mu… Gazeteler, televizyonlar, filmler, kitaplar, demir parmaklıkları olan hapishaneler… Hangisi gerçeği anlatır, hangisi send