Henüz akşam üstünün maviliği Kadıköy’ deki binalardan sokaklara doğru kayarken kırmızı ışıkların hakim olduğu kasvetli bir kafenin kapısından içeriye giriyorum. Etraf küçük vazolarla dekore edilmiş, içlerinde kirli altın, siyah ve kırmızı başaklar duruyor. En sol vazoda duran siyah başağın boynu hafif arkaya doğru kalkık, gözlerini bana dikmiş gibi.. Evet, gözleri olan bir başaktan söz ediyorum. Sağa sola açılan tohumları parlak saçlardan oluşuyor. Siyah ve yansıyan kırmızı ışığın karışımı o kadar güzel ki.. Kahvemi yudumlarken gözlerimizi birbirimizden ayırmıyoruz. Kafenin küçük radyosunda birden Nick Cave, ‘Into my arms’ çalmaya başlıyor. Yerimden doğrulup vazoyu elime alıyorum. Etraftaki bazı gözler bizim üzerimizde.. Vazoyu hafifçe masama koyuyorum. Kırmızı ve siyah ortak yönlerimiz.. Dikkatli baktıkça yüzü daha belirginleşiyor. Dudaklarının arasındaki ince siyah çizgi hiç bozulmayacak, konuşmamız gerekmeyecekmiş gibi.. Kahvenin yoğun tadı, Nick Cave, siyah bir başak ve karanlık